Monday, October 1, 2018

SERPIL DEVRIM



SERPIL DEVRIM

THE POEM OF THE 100TH DAY

vinedresser, i linked my voice to sky, erase death
i am a stone-sculptor tonight i linked my voice to sky

my eyes sculpted what outweighed them
the crowd of my outside, the isolation of my inside
sculpted gently the side of me that was offended by life
i took it to the city square and left it there
i’m too lonely for anyone to notice me

my apprenticeship of stone age is a rodent in my chest cavity
my semi-skilled working, my bronze age, the slip-of-tongue wing
of whirligig
my iron age is my master ship, by inner beauty that attracts the devil
in a sleazy capstan-free well the cementer’s cap
vinedresser, i linked my voice to sky, erase death
i am a stone-sculptor tonight i linked my voice to sky
i sculpted what outweighed my tongue
seven generations, seven shirts off of the back of the stone
young and old alike the great powers off of the belly of the stone
i spilled from my skirt ash-colored and rose-scented
i took my heart out and loaded my emotional clamorous side
onto the hands of a callow off-tune musician

i sculpted the earth to cleanse it of its dirt
the lifeguard with little room and a large heart rang the bell
blew its whistle its vigorous siren
quite appropriate for a tale, quite against the genuine
the bite in her throat turned out to be a hard row to hoe
put her seamy lustful foot down

vinedresser, i linked my voice to sky, erase death
i am a stone-sculptor tonight i linked my voice to sky

two acrobats on one tightrope, impatient and fond of comfort,
the one heavily seethed the one whose face is down
the fond one and the one with no dreams all of them is a memory loss
their skulls are the size of a huge cave each of them
i eroded the surface, took it out, slam it down
my flesh blood and memory thought it wouldn’t be heard when
slammed
the joy of cleansing gleamed on the cutter

vinedresser, i linked my voice to sky, erase death
i am a stone-sculptor tonight i linked my voice to sky
i sculpted my heart, open wounds around it apparent
people passed by, passed away, hunger hasn’t had enough yet



100. Gün Şiiri

bağcı, sesimi gökyüzüne uladım ölümü sil
taş yontucuyum bu gece sesimi gökyüzüne uladım
gözlerim kendine ağır geleni yonttu
şımın kalabalığını, içimin tenhalığını
yonttu hafif hafif hayata küs yanımı
götürdüm kent meydanına bıraktım
kimsenin beni fark etmeyeceği kadar yalnızım

taş devri çıraklığım gögüs boşluğuma kemirgen
kalfalığım, maden devrim, dil sürçmesi pırlangıç kanadı
tunç devrim ustalığım, şeytan çekici içsel hoşluğum
çerden çöpten çıkrıksız bir kuyuda çirişçinin çanağı

bağcı, sesimi gökyüzüne uladım ölümü sil
taş yontucuyum bu gece sesimi gökyüzüne uladım
dilime ağır geleni yonttum
yedi göbeği, yedi gömleği taşın sırtından
yediden yetmişe yedi düveli taşın karnından
döktüm eteğimden gül renkli gül kokulu
kalbimden çıkarıp akordu bozuk acemi bir çalgıcının
ellerine yükledim duygusal çığırtkan yanımı

yonttum arındırmaya yeryüzünü kirinden
yeri dar gönlü bol cankurtaran çaldı çanı
öttürdü düdüğünü canhıraş sirenini
masala çokça uygun, gerçeğe çok aykırı
çetin ceviz çıktı boğazındaki lokma
façalı şehvetperest ayağını diredi

bağcı, sesimi gökyüzüne uladım ölümü sil
taş yontucuyum bu gece sesimi gökyüzüne uladım
birkaç cambaz bir ipte canı tez , canı tatlı,
okkalı kudurganı yüzü yerde gezeni
şkünü düşsüzü hepsi hafıza kaybı
kocaman bir mağara kafataslı her biri
aşındırırdım yüzeyi, çıkarttım,yere vurdum,
vurunca duymaz sandı, etim kanım belleğim
keskide parıldadı arınmanın sevinci

bağcı, sesimi gökyüzüne uladım ölümü sil
taş yontucuyum bu gece sesimi gökyüzüne uladım
yonttum kalbimi , ötesinde berisinde açık yara aşikar
geçti gitti , göçtü gitti insanlar, açlık doymadı





THE WALL

we built the walls
of stone, of cob, of brick
children wrote on them
at the dead of night
they wrote freedom, they wrote bread
and they were confined
in-between four walls
none of them talked
nothing heard the walls

we built the walls
of stone, of cob, of brick
a young man
drained on the heart he drew
what he inscribed deep in his heart
and a drunk came
and pissed over it
and then crashed
at the bottom of the wall
the wall was cold

we built the walls
of stone, of cob, of brick
big big fellows
were insincere let him tell the other
a stone fell from the conscience
and shook the wall
they left letters
to the wailing wall
the wall bewailed

we built the walls
of stone, of cob, of brick
and passing it across the city
we separated shamelessly
human from human
a child came
drew life on it
drew clouds and birds
the walls blossomed
the wall cheered
the wall wracked…



DUVAR

duvarları biz ördük
taştan kerpiçten tuğladan
çocuklar yazı yazdı üzerine
gecenin bir yarısı
özgürlük ,ekmek yazdı
tutuklandılar
dört duvar arasına
hiçbiri  konuşmadı
duymadı duvar

duvarları biz  ördük
taştan kerpiçten tuğladan
delikanlı bir  oğlan
akıttı  çizdiği kalbin üzerine
gönlüne yazdığını
sarhoşun  biri geldi
işedi üzerine
sonra da sızakaldı
duvarların dibinde
soğuktu duvar


duvarları biz  ördük
taştan kerpiçten tuğladan
koca koca adamlar
samimi değildiler anlatsın diğerine
vicdandan bir taşşş
oynatmış duvarını
mektuplar bıraktılar
ağlama duvarına
ağladı duvar

duvarları biz  ördük
taştan kerpiçten tuğladan
ortasından geçirerek şehrin
insanı ayırdık utanmadan
insandan
çocuğun biri geldi
hayatı çizdi üzerine
bulutlar, kuşlar çizdi
duvarlar çiçek açtı
mutlandı duvar
yıkıldı duvar...

Serpil Devrim





HOLD MY DEAD BRANCHES !

 “my soul was a door handle
       as my mind never matched the steps”

the brunette refugee child with otherworldly descriptions
who lands down on the cage of my chest fluttering
your face is the gap called wound this evening

your eyes were a single country, the whole earth
the insensitivity of this era is a death trap
the thundering robbery, plunder, pillage of an avalanche
with its cooperative loam the red-brown marsh

depth and the subsiding weight do go away
lacking humanity that makes it lose its way
it has no roof to wash ashore or to take shelter
in september the unhugged body the surplus of water

the iceberg drifting from where it belongs is just like you
woven for the outer world a long time ago
its fragile body lessens by moments, from which
it adds itself to the water that will drown us all

wherever i turn the speed of light is the same
one’s circle, occasionally recurring mercy sprinkle
which pours down on the sift of the sky
from a long distance

Hold my dead branches ! Hold my dead branches !
let the dead leaf fall !
let my crooked branch flatten…


Ölü Dallarımı Tut 
''ruhum arka planda kapı koluydu,
  aklım uymazken hiç bir adıma''

ğsümün kafesine kanat çırparak inen
öte dünya betimli esmer mülteci çocuk
yüzün bu akşamüstü yara denilen oyuk

gözlerin tek bir ülke, koca bir yeryüzüyken
bu çağın hissizliği tam bir ölüm kapanı
bir çığın gümbürtülü soygun, yağma, talanı
kızıl kahve bataklık, balçığı elbirliği

geçer göçer derinlik, dibe çöken ağırlık
yolunu kaybettiren insanlıktan yoksunken
damı yok sığınacak, kıyılara çarpacak
eylülde su taşkını kucaklanmayan beden

işte aynı sen gibi, ait olduğu yerden sürüklenen buzulun
hayli zaman önce dış dünyaya ördüğü
an be an eksilen kırılgan gövdesinden
kendini kattığı su, hepimizi boğacak

hangi tarafa dönsem ışığın hızı aynı
insanın yörüngesi, arada bir nükseden merhamet çisentisi
bardaktan boşanan gökyüzü eleğine
bir uzak bir mesafeden

Ölü dallarımı tut ! Ölü dallarımı tut !
ölü yaprak dökülsün!
eğri dalım düzelsin...

SERPIL DEVRIM



No comments :

Post a Comment