SERPIL DEVRIM
THE POEM OF THE 100TH DAY
vinedresser, i linked my voice to
sky, erase death
i am a stone-sculptor tonight i
linked my voice to sky
my eyes sculpted what outweighed
them
the crowd of my outside, the
isolation of my inside
sculpted gently the side of me that
was offended by life
i took it to the city square and
left it there
i’m too lonely for anyone to notice
me
my apprenticeship of stone age is a
rodent in my chest cavity
my semi-skilled working, my bronze
age, the slip-of-tongue wing
of whirligig
my iron age is my master ship, by
inner beauty that attracts the devil
in a sleazy capstan-free well the
cementer’s cap
vinedresser, i linked my voice to
sky, erase death
i am a stone-sculptor tonight i
linked my voice to sky
i sculpted what outweighed my
tongue
seven generations, seven shirts off
of the back of the stone
young and old alike the great
powers off of the belly of the stone
i spilled from my skirt ash-colored
and rose-scented
i took my heart out and loaded my
emotional clamorous side
onto the hands of a callow off-tune
musician
i sculpted the earth to cleanse it
of its dirt
the lifeguard with little room and
a large heart rang the bell
blew its whistle its vigorous siren
quite appropriate for a tale, quite
against the genuine
the bite in her throat turned out
to be a hard row to hoe
put her seamy lustful foot down
vinedresser, i linked my voice to
sky, erase death
i am a stone-sculptor tonight i
linked my voice to sky
two acrobats on one tightrope,
impatient and fond of comfort,
the one heavily seethed the one
whose face is down
the fond one and the one with no
dreams all of them is a memory loss
their skulls are the size of a huge
cave each of them
i eroded the surface, took it out,
slam it down
my flesh blood and memory thought
it wouldn’t be heard when
slammed
the joy of cleansing gleamed on the
cutter
vinedresser, i linked my voice to
sky, erase death
i am a stone-sculptor tonight i
linked my voice to sky
i sculpted my heart, open wounds
around it apparent
people passed by, passed away,
hunger hasn’t had enough yet
100. Gün Şiiri
bağcı, sesimi
gökyüzüne uladım ölümü sil
taş yontucuyum
bu gece sesimi gökyüzüne uladım
gözlerim kendine ağır geleni yonttu
dışımın kalabalığını, içimin tenhalığını
yonttu hafif hafif hayata küs
yanımı
götürdüm kent meydanına bıraktım
kimsenin beni fark etmeyeceği kadar yalnızım
taş devri
çıraklığım gögüs boşluğuma kemirgen
kalfalığım, maden devrim, dil sürçmesi pırlangıç kanadı
tunç devrim ustalığım, şeytan çekici içsel hoşluğum
çerden çöpten çıkrıksız bir kuyuda
çirişçinin çanağı
bağcı, sesimi
gökyüzüne uladım ölümü sil
taş yontucuyum
bu gece sesimi gökyüzüne uladım
dilime ağır geleni yonttum
yedi göbeği, yedi gömleği taşın sırtından
yediden yetmişe yedi düveli taşın karnından
döktüm eteğimden gül renkli gül kokulu
kalbimden çıkarıp akordu bozuk
acemi bir çalgıcının
ellerine yükledim duygusal çığırtkan yanımı
yonttum arındırmaya yeryüzünü
kirinden
yeri dar gönlü bol cankurtaran
çaldı çanı
öttürdü düdüğünü canhıraş sirenini
masala çokça uygun, gerçeğe çok aykırı
çetin ceviz çıktı boğazındaki lokma
façalı şehvetperest ayağını diredi
bağcı, sesimi
gökyüzüne uladım ölümü sil
taş yontucuyum
bu gece sesimi gökyüzüne uladım
birkaç cambaz bir ipte canı tez ,
canı tatlı,
okkalı kudurganı yüzü yerde gezeni
düşkünü düşsüzü hepsi hafıza kaybı
kocaman bir mağara kafataslı her biri
aşındırırdım
yüzeyi, çıkarttım,yere vurdum,
vurunca duymaz sandı, etim kanım
belleğim
keskide parıldadı arınmanın sevinci
bağcı, sesimi
gökyüzüne uladım ölümü sil
taş yontucuyum
bu gece sesimi gökyüzüne uladım
yonttum kalbimi , ötesinde
berisinde açık yara aşikar
geçti gitti , göçtü gitti insanlar,
açlık doymadı
THE WALL
we built the walls
of stone, of cob, of brick
children wrote on them
at the dead of night
they wrote freedom, they wrote
bread
and they were confined
in-between four walls
none of them talked
nothing heard the walls
we built the walls
of stone, of cob, of brick
a young man
drained on the heart he drew
what he inscribed deep in his heart
and a drunk came
and pissed over it
and then crashed
at the bottom of the wall
the wall was cold
we built the walls
of stone, of cob, of brick
big big fellows
were insincere let him tell the
other
a stone fell from the conscience
and shook the wall
they left letters
to the wailing wall
the wall bewailed
we built the walls
of stone, of cob, of brick
and passing it across the city
we separated shamelessly
human from human
a child came
drew life on it
drew clouds and birds
the walls blossomed
the wall cheered
the wall wracked…
DUVAR
duvarları biz ördük
taştan kerpiçten tuğladan
çocuklar yazı yazdı üzerine
gecenin bir yarısı
özgürlük ,ekmek yazdı
tutuklandılar
dört duvar arasına
hiçbiri konuşmadı
duymadı duvar
duvarları biz ördük
taştan kerpiçten tuğladan
delikanlı bir oğlan
akıttı çizdiği kalbin üzerine
gönlüne yazdığını
sarhoşun biri geldi
işedi üzerine
sonra da sızakaldı
duvarların dibinde
soğuktu duvar
duvarları biz ördük
taştan kerpiçten tuğladan
koca koca adamlar
samimi değildiler
anlatsın diğerine
vicdandan bir taş düşmüş
oynatmış
duvarını
mektuplar bıraktılar
ağlama duvarına
ağladı duvar
duvarları biz ördük
taştan kerpiçten tuğladan
ortasından geçirerek şehrin
insanı ayırdık utanmadan
insandan
çocuğun biri geldi
hayatı çizdi üzerine
bulutlar, kuşlar
çizdi
duvarlar çiçek açtı
mutlandı duvar
yıkıldı duvar...
Serpil Devrim
HOLD MY DEAD BRANCHES !
“my soul was a door handle
as my mind never matched the steps”
the brunette refugee child with
otherworldly descriptions
who lands down on the cage of my
chest fluttering
your face is the gap called wound
this evening
your eyes were a single country,
the whole earth
the insensitivity of this era is a
death trap
the thundering robbery, plunder,
pillage of an avalanche
with its cooperative loam the
red-brown marsh
depth and the subsiding weight do
go away
lacking humanity that makes it lose
its way
it has no roof to wash ashore or to
take shelter
in september the unhugged body the
surplus of water
the iceberg drifting from where it
belongs is just like you
woven for the outer world a long
time ago
its fragile body lessens by
moments, from which
it adds itself to the water that
will drown us all
wherever i turn the speed of light
is the same
one’s circle, occasionally
recurring mercy sprinkle
which pours down on the sift of the
sky
from a long distance
Hold my dead branches ! Hold my
dead branches !
let the dead leaf fall !
let my crooked branch flatten…
Ölü Dallarımı Tut
''ruhum arka planda kapı koluydu,
aklım uymazken hiç bir adıma''
göğsümün kafesine kanat
çırparak inen
öte dünya betimli esmer mülteci
çocuk
yüzün bu akşamüstü
yara denilen oyuk
gözlerin tek bir ülke, koca bir
yeryüzüyken
bu çağın hissizliği tam
bir ölüm kapanı
bir çığın
gümbürtülü soygun, yağma,
talanı
kızıl kahve bataklık, balçığı
elbirliği
geçer göçer derinlik, dibe çöken ağırlık
yolunu kaybettiren insanlıktan
yoksunken
damı yok sığınacak,
kıyılara çarpacak
eylülde su taşkını
kucaklanmayan beden
işte aynı sen gibi, ait
olduğu
yerden sürüklenen buzulun
hayli zaman önce dış
dünyaya ördüğü
an be an eksilen kırılgan
gövdesinden
kendini kattığı su,
hepimizi boğacak
hangi tarafa dönsem ışığın hızı
aynı
insanın yörüngesi, arada bir
nükseden merhamet çisentisi
bardaktan boşanan
gökyüzü eleğine
bir uzak bir mesafeden
Ölü dallarımı tut ! Ölü dallarımı
tut !
ölü yaprak dökülsün!
eğri dalım düzelsin...
SERPIL DEVRIM
No comments :
Post a Comment